18.09.2010

hoşgörü diyecektim ben..
























cennetlerini evlerinde yaratmaya çalışan bir grup insanız biz..

birimiz fenalaştıkça evinin bir duvarını boyamaya girişir.. diğeri nefes alan ve insan olmayan her canlıyı (biz haricinde..) ceplerine doldurup gezmek ister..

işte o ceplerine herşeyi dolduran kız, gittiği yerlere bazen beni de taşır.. bir sürü şey ve bir kaç kişiyle beraber gittiği bir geziden getirmişti şu yandakini.. gerçekten görseniz, küçük parmağımın tırnağı kadar bir şey bu..anlamadınızsa söyliyim.. ağzına kadar dolu bir bira bardağı o..

geçtiğimiz Mayıs hatta 2010 Mayıs’ı diyeyim de yaşıma uygun olsun (!) bir gece, ruhumu serbest bırakıp, gözlerimi tv’ye dikmiş, geç bir saatte yana yatmış, yapayalnız otururken telefonum çaldı.. (polisye bir giriş oldu.. şimdi esrarengiz bir kadın girip “kocam beni aldatıyor” diyecek sanırım..) bilmediğim bir numara olması dışında (isim çıkmamışsa bilmediğim numaradır ya.. yoksa numaranın destani uzunluğunu farketmemişim bile..) dikkatimi çeken bir şey yoktu.. açtım.. çok uzaklardan “sevinç” dolu bir ses.. GökçeKız daha sonra şu yazıyı yazdığında “tamam” dedim, “ben burda yaşayabilirim..” kesilip gelen ses sayesinde bağarış çağarış konuştuk birkaç dakika.. bana dedi ki “duyuyor musun?” dinledim.. “okyanusun kıyısındayım..”

İstanbul’a döndükten sonra resimlere bakarken gördüğüm yer gözlerimin dolmasına yol açtı.. O’na dedim ki.. “İngiltere’ye gidersem, tek gideceğim yer burası olacak.. ve ben burda yaşayabilirim..” bana dedi ki.. “biliyorum, seni o yüzden ordan aradım..” işte gene cebindeydim.. canım arkadaşım beni St. Ives’de cebinden çıkarıp birasını içerken karşısına koymuş demek..

bu bira bardağının resmini buraya koymak için çok bekledim, yanına uygun düşecek satırları toparlamak için.. ama şimdi de yazdıklarımı toparlayıp doğru düzgün yazmayı bırakabilecek miyim diye düşünüyorum.. bu sabahın doğru vakit olduğunu nerden anladığımı sorarsanız, bu sıralar ben de seni çoğu zaman cebimde gezdiriyorum Gökçecim.. o yüzden yaptığına ettiğine dikkat et.. iki gözüm de senin üzerinde.. sonra hesap vereceğin kişi laftan anlamazın önde gideni biliyorsun..

şimdi şöyle bir gözden geçirdim de yazdıklarımı, yazının başında aklımda “hoşgörü” ile ilgili bir şeyler vardı.. ama şimdi yok.. ama çok hazırlanmıştım.. biz o cennetlerini evlerinde yaratmaya çalışan kızlar çok bahsederiz hoşgörüden.. ama adına “hoşgörü” demeden.. belki St. Ives bana “hoşgörü” dolu gözüktüğü için yazmak istedim hakkında.. ama şimdi toparlayamadım.. ille de olsun diyorum ama.. nasıl olsa bizim kızlar anladı..

hoşgörü..

** bi de keşke ben de seni okyanusun kıyısından ararım Gökçe.. “bugün surf tahtasından düşüp kafamı kayaya çarptım.. surf şeklinde bir yarık oldu kaşımda.. dikişler alınınca oraya surf tahtası dövmesi yaptırmayı düşünüyorum” gibi şeyler söyleyip aklını başından alırım.. ya da hayal değil mi yahu.. mesela 4 senelik bir dünya turuna çıkmış arkadaşlar olarak senede 2 kere St. Ives’de buluşuruz.. (ben 4 senenin sonunda Eden Project‘te çalışmak içim St. Ives’e yerleşeceğim çünkü..) olmaz mı kedilim..

hoşgörü de şart tabi..

Hiç yorum yok: