24.06.2010

festival ruhu
























çaktı şimşek yağdı yağmur..

günlerdir böyle hava.. hayır tam da benim istediğim hava ama böyle yağmaya devam ederse haftasonu Sonispher gerçekten kayda değer geçecek gibi.. oysa benim korkum havanın çok sıcak olmasıydı.. ne de olsa ahırdaki koyunlar gibi olacağız İnönü Stadyumu’nda..

bundan önce Biletix’e çemkirmişliğim var.. her fırsatta da çemkirmeye devam ediyorum.. böyle bir tekelle biletlerin ruhsuzlaşması, anı/koleksiyon niteliğini kaybetmesi üzücü geliyor bana..

bir de üzerine şu Küçükçiftlik Park organizasyonları çıktı.. geçen sene Unirock‘ta son gün gidememize sebep olan beton zemin.. ne oturup dinlenecek bir çayır çimen, ne bir ağaç gölgesi.. bir de üstüne betonda dikilmenin verdiği bel ağrısı.. sevgilim o gün bugündür konsere gitmez oldu KÇP adını duyunca..

bir de bu yetmezmiş gibi şimdi bir festivali şehrin göbeğindeki bir stadyumda yapma çılgınlığı.. biletleri aylar öncesinden tükenen ve üç gün sürecek bu festivalin şehir trafiğine etkisi ne olacak bilemiyorum.. birileri bunu düşünmüş olmalı diye geçiriyorum içimden.. ama göreceğimiz rezilliği de tahmin etmiyor değilim.. ha bir de konser civarından geçen makam arabaları da olabilir tabii.. geçen sene Unirock’taki gibi..

ama söyleyeceğim şu ki ben trafikten de geçtim.. nasıl olsa şehir merkezi, yürüyerek de ulaşırız.. (üzgünüm trafiktekiler..) ama böyle büyük bir festivalin ağacın, gölgenin, dinlenebilecek biryerlerin olmadığı çevresi duvarlarla çevrili bir alanda yapılması ne kadar doğru, festivalcileri ne kadar mutlu edecek bilemiyorum.. yüzlerce kişi şehirdışından gelecek üstelik.. çadır kampı olarak önerilen yer de yine KÇP..

şimdi Atatürk Ormanı’nda yapılan, ParkOrman’da yapılan festivalleri anmamak mükün mü? gün boyunca konser izlemekten yorulanların oturduğu, uzandığı hatta uyuduğu ağaç dipleri nerde.. İnönü stadyumu nerde..

bakalım yarın göreceğiz neler olacak.. aylar önce bilet alırken duyduğum heyecanı duyamıyorum bugün ne yazık ki.. yarın geçer diyorum.. yarın şans yüzümüze güler de Alice In Chains’e yetişebilirsek belki geçer bu stres.. ama bende festival ruhundan eser yok..

22.06.2010

piknik bahane
























kendi başımı yerim ben.. yapmadığım şey değil üstelik.. bazen rahat batıyor bana biliyorum..

dün işten çıkmış eve giderken ağladı ağlayacak bir ruh haliyle hayatımın böyle yollarda geçmesine yanıyordum.. ya birşey olsa.. ya gerçekten hayatımı kökten etkileyen, beni gerçekten alıkoyan birşeyler olsa.. o zaman bu serviste gelgitlerle harcadığım zamana yanmayacak mıyım diye..

aklıma eskiden tanıdığım, bir şekilde yollarımız kesişmiş insanlar geliyor.. kimler nereye vardı.. hayatları nasıl oldu diye düşünürken yakalıyorum kendimi.. ve bir de tabii ben onlara göre nerdeyim çelişkisi var.. hem görmek hem de görmemek istiyorum tabii..

sahi ben yıllar önce otuz yaşımda nerde görmüştüm kendimi?

bu ruh halinde olunca tabii duvarlar üstüme üstüme geliyor.. evdeyken hep rüyaya yatmak istiyorum.. gömülüp yatağa, renkli rüyalara dalmak.. çok fazla uyku seven biri olmadığım için tabii bu da mümkün olmuyor.. en iyisi dışarı çıkmak..

dün böyle ağlamaklı olunca akşam sevgilim bırakmadı beni evde.. haşlanmış yumurta, peynir, zeytin derken bir sepet hazırlayıp attık kendimiz sahile.. bir kilim yayıp güzel bir akşam kahvaltısı yaptık.. sonra da hava iyice kararana kadar etrafı izledik..

sonra yine ev..

dedim ya.. bazen rahat batıyor bana..

21.06.2010

sahilköy

















sonunda oldu.. olacağını biliyordum tabii ama bu kadar çabuk olacağına içten içe inanmamışım demek ki..

bizim de kapımızın önünde bir arabamız var artık.. hala bizim olduğuna inanamadığım..

cumartesi sevgilim kalkıp “hadi bir yer seç, gidelim” dedi.. Nazo’dan duymuştum Sahilköy’ü.. haritaya baktık, yarım saatte hazırlanıp yola çıktık.. Polonezköy üzerinden gidiliyor.. sonunda hiç birşey olmasa bile yolu güzel.. bazen ağaçlar öyle sıklaşıyor ki hava karardı sanıyorsunuz.. yolun iki yanındaki ağaçlar yolun üstünde birleşiyor çoğu yerde.. kuş sesleri, cırcır böcekleri..

yolun sonundaki köy bir çok İstanbullu için cennet.. Karadeniz’e kıyısı olan genelde müstakil yazlık evlerden oluşan bir köy..

cumartesi çok rüzgarlı bir gündü.. normalde nasıl oluyor bilmiyorum ama sahilde çok rahat ettik devamlı rüzgar estiği için.. ne yazık ki sahiline iyi bakmamışlar, çöpler her yerdeydi ama beklediğimden daha temizdi diyebilirim..

denize girdik ama sadece serinlemek için, o kadar dalgalı ki yüzemedik.. kitap okudum, insanları seyrettim.. vaktin nasıl geçtiğini anlamadım.. gitme vakti geldiğinde sevgilimle kayalıklara doğru bir yürüyüş yaptık, biraz fotoğraf çektik..

sonra yola çıkmadan Sahilköy’e ilk geldiğimizde gördüğümüz küçük pazar yerine uğradık, biraz sebze biraz meyve aldık.. mutlu mesut yola düştük..

cumartesi gecesi temiz bir uyku çektim.. kendimi hafif hissettim.. canın istediğinde gidebilmek böyle kısıtlı imkanlarla da olsa ne güzelmiş..

bir de Sahilköy’den aldığımız karpuz.. dünyanın en güzel karpuzuymuş meğer..

6.06.2010

Eva Luna’nın ardından





























“Sonra Şehrazad’a döndü: “Hemşire,” dedi, “Tanrı aşkına, geceyi geçirmemize yardım edecek bir masal anlat bize…” diye başlıyor Eva Luna.. Isabel Allende’nin benim için çok özel olan kitaplarından bir diğeri.. Bundan yıllar öncesinde okuyup, birgün Şili’ye gidersem bu kadına olan hayranlığımın vesile olacağını düşünmüştüm..

üzerinden yıllar geçti.. kendime bir güzellik yapıp yine aldım elime Eva Luna’yı..

iş savaş, generaller, diktatörlük, sınıf farkları, çalışmak, yalnızlık, gerilla savaşları, orospular, travestiler, hapishaneler, aşk ve masallar üzerine bir kitap.. daha var mı? elbette var.. herkes için bambaşka bir portresi olacağına inandığım bir kitap..

ardından gelen Eva Luna Anlatıyor ise bir önceki kitapta tanıştığımız, doğumundan koca bir kadın olana dek hayatına tanıklık yaptığımız Eva Luna’nın sevgilisi için anlattığı masallarla dolu.. yukarıda yazdıklarım, yani Eva’nın hayatında olan herşey bu masallarda da var.. bir general.. çok uzaklardaki bir kasaba.. hemen herşey..

ancak sadece son bölüm biraz farklı.. son bölümde Eva Luna bize veda ediyor..

yine bir solukta okudum Allende’yi.. yine yetmedi tadı damağımda kaldı..

“Aklıma ilk gelen, susarsak hiç birşey olmamış olacağıydı. Dillendirilmeyen şey ok sayılır; suskunluk zamanla herşeyi siler ve anılar solar. ”

Eva Luna Anlatıyor’un sonunda Eva’nın vedasından sonra şu sözcüklerle uğurluyor yaza bizi..

“Ve sözlerini bu anında Şehrazad tanyerinin ağardığını gördü ve sustu.”

3.06.2010

ufak kaçamak; altınoluk


 
geçen haftasonu bir kaçamak yapmak için fırsatımız oldu Tijj’le.. bir vesile ile Edremit’e gitmek gerekti, tabii biz onu en iyi şekilde değerlendirdik.. uyku dışında Tijj, ben, annem ve teyzemle nefis bir haftasonu geçirdik.. her gece geç saatlere kadar muhabbet edip, sabah erkenden kalktık.. daha Edremit’e indiğimiz gün Altınoluk’un yolunu tuttuk..


Altınoluk’un nefis denizinin dışında bir de gurmeler gibi yemek yedik.. kabak çiçeği dolması, kabak çiçeği mücveri, taze bamya, börülce salatası derken yatıp kalkıp yemek yediğimizi farkettik..

öyle bir boşaltmışım ki beynimi, buraya döndüğümde bir süre alışamadım hiçbirşeye..

yukardaki resim bir akşamüstü Altınoluk.. bir deniz bu kadar mı hareketsiz olur?! rüya gibi geçti tabi 3 gün.. şimdi gene ofiste günün sekiz saatini geçirdiğim masamın başındayım..

GökçeKız seni anmadan geçemeyeceğim..

bir sigara ömrü 20 dakika kısaltır..
bir şişe bira ömrü 4 dakika kısaltır..
bir iş günü ömrü 8 saat kısaltır..