30.04.2009

The Darjeeling Limited

kaç zamandır Igor'dan bahsetmek istiyorum aslında ama elim gitmiyor nedense bir türlü..

haftasonu, geçen sene festivalde izlediğim The Darjeeling Limited'i tekrar izlemek istedim.. hem kendim için hem de filmi kaçırmış olan sevgilim için..

sinemada izlerken de çok keyif almıştım ama ne yalan söyliyim ben sinemaya gitmeyi sadece festivallerde seviyorum.. bir filmi ilk izleyenlerden olabilme ayrıcalığı bana sinemaya katlanma gücü veriyor.. bir kere normalde çok az sigara içen biri olarak, keyifli bir film izlerken illa ki elim sigaraya gidiyor.. ve işte benzer bir sürü sebep..

neyse, filme döneyim..

Wes Anderson'un filmlerinde (senayoda Anderson'a Roman Copolla eşlik etmiş..) birbiriyle gözgöze geldiklerinde o bakışlarda sırlar, yaşanmışlıklar, nefret taşıyan birçok karakter vardır.. ya da birbiriyle gözgöze gelmemeye çalışan.. bu filmde de birbiriyle uzun süredir görüşmeyen üç kardeşin bir bakıma "ruhani" yolculuğu anlatılmış.. Francis, geçirdiği ölümcül bir kazadan sonra üç kardeşi bir araya getirmek için Hindistan'da uzun bir tren yolculuğu organize etmiş.. tabii filmde kondiktöründen, yolcusuna kadar herkes şahsına münhasır kişiler.. ilk sahneden üç kardeşin de bir birlerine katlanabilmek için gösterdikleri büyük çaba had safhada.. bitmeyen baş ağrıları için yarım saatte bir yutulan ağrı kesiciler.. şuruplar..  daha en başından bu üç kişinin bir araya gelmesinin ne büyük bir hata olduğunun göstergesi.. zaman ilerledikçe kardeşler hakkında ayrıntılı bilgiler aldığımız gibi, kendi aralarındaki ilişki de kör topal bir seviyeye gelmeye başlıyor.. ta ki her saniyesi planlanmış yolculuklarında işler plan dışına çıkana değin..

filmde ısrarla dikkatimi çeken bir şey vardı; JLW armalı, ölen babalarına ait olduğunu bildiğimiz valizlerin sahne sahne bir azalıp bir çoğalması.. ama "bu kadarı kadı kızında da olur" mantığıyla üzerinde düşünmeden geçmem aslında pek de akıllıca değilmiş.. (filmi izlemeyenlerin buradan, paragrafın sonuna kadar olan kısmı okumamalarını öneririm..) "benbilmiyorumsanki"nin sözlükte konuyla ilgili yaptığı yorum çok da şık olmuş.. kısaca üzerlerinde ölen babalarının baş harflerinin olduğu valiz takımı Whitman'ların babalarını temsil etmekte ve o valizlerden kurtulmadıkça yollarına devam etmeleri mümkün olamamaktadır..

filmi izlemeden önce yine Wes Adndersen'dan Hotel Chevalier adlı kısa filmi izlemekte fayda var.. (Youtube dahil bir çok yerde var, Türkçe altyazılısı var mı bilemiyorum.. o nu bulmak da size kalmılş..) "Natalie Portman neden bu filmde sadece 3 saniyeliğine gözüktü" sorusundan kurtulmak ayrıca Jack hakkında daha fazla bilgiye sahip olabilmekve de parfüm şişesinin ve telefonların sırrını çözebilmek için..

ayrıca bir de  Bill Murray ve sweet lime..

tam da bu bahar ayları filmi izlemek için on numara zaman diye düşünüyorum.. yaza girerken biraz yenilenmekten ve sıcak yerlerden bahseden bir film, ertesi gün daha keyifli uyanmanıza yardımcı olabilir.. etkisinin ne kadar süreceği size kalmış..

24.04.2009

Deep Restaurant

geçenlerde bir yazıda demiştim ya değişiklikleri sevmem.. yıllardır yemeğimi aynı restaurantta yerim diye.. (tabii istisnalar var.. ama bahsedeceğim yer beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı..) madem böyle dedim.. bahsetmek farz oldu..

bir önceki seneyi hatırlamıyorum ama geçen sene 23 Nisan bana yaramıştı.. bisiklet tepesinde güzel bir gün geçirmiştim.. bu sene de evde bilgisayar başında pineklerken, kuzenim dedi ki.. hadi Taksime gel, sana Deep'te yemek ısmarlayayım..

süper bir teklif..

Deep Restaurant'a kaç senedir gidiyoruz bilmiyorum ama kuzenler olarak bizim için Taksim'de düşünmeden gidilecek tek yer.. sanıyorum hayatımızda 8-9 senelik geçmişi var.. aynı restaurantta aynı yemeği yiyen psikopat italyan tetikçiler gibiyiz..her gittiğimizde ezberlediğimiz menüyü baştan sona okur, sonra da birbirimize "sen ne yiyeceksin" diye sormaya başlarız..

Deep, tahta sandalye masaları ve mavi beyaz ekoseli örtüleri ile benim için herzaman en güzel dekorasyon ödülüne adaydır.. masalarda denizci fenerleri, duvarlarda denizcilikle ilgili binbir obje ve resim vardır.. genelde sakin müzikler çalar.. bazen fransızca bişiler.. bazen tribal bişiler.. küçük bir mekan olmasına rağmen masalar sıkışık ve küçücük değildir.. yemeğiniz bitse de kimse gözünüzün içine "ne zaman kalkacaksınız" der gibi bakmaz.. hesap geldiğinde de hiçbir süprizle karşılaşmassınız..

benim favori yemeklerim.. en başta.. "çıtır tavuk salata".. salata deyip geçmeyin.. oldukça doyurucudur.. "iki katlı kaşarlı schnitzel" efsane gibidir.. hatta yediğim en güzel fish&chips de Deep'te yapılır.. sosu muhteşemdir.. meraklısına bir çok restaurantta karşılaşamayacağı kadar seçenekte sosis de var.. resimde gördüğünüz "ızgara sebze ve pesto sos ile hazırlanmış tavuklu wrap".. yemekler kocaman tabaklarda ve ya kızarmış patates ya da haşlanmış sebze ile servis yapılır.. her zaman için yiyebileceğinizden fazlası vardır.. ve içecek konusunda ise.. meşrubatların ve kahvelerin yanında yaklaşık beş çeşit bira ve en az on çeşit şarap seçeneği mevcut..

Deep'e gitmek için, İstiklal Caddesinde sağda 2. araya (AkSanat'ın sokağı) giriyorsunuz.. 50 metre sonra o sokak dörtyol ağzı oluyor.. sol karşı köşede Deep mavi beyaz örtülü masalarıyla sizi bekliyor.. (yazın kapısının önündeki küçük bahçede de oturabiliyorsunuz..)

açık adres ise.. Kurabiye Sk. No:2

212-243 44 83

16.04.2009

bazen ben anlamıyorum

Garanti Bankası yaklaşık 1 ay kadar önce "ekonomik canlandırma paketi"ni piyasaya sürdü.. banka söylemlerine alışığız zaten.. ama bu sefer evlenen, tatile çıkan çiftler, yurtdışında eğitime giden gençler yerine daha farklı bir yol denediler.. ekonomik kriz içerisindeki bir ülkenin, memleketimizde pek sevilen başkanının bir benzerine "ah keşke bu banka bizde olsaydı" yakarışıyla o malum ifadeyi takındırdılar.. sırf bu reklam için A bankasından kredi almak varken Garanti Banka'sından kredi almaya karar veren var mı bilemiyorum ama reklam panoları canımı sıkıyor.. "Garanti yeşili" tonda hafif eğik başını göğe kaldırmış malum başkanın yeşermiş hali tüm durakları süsler oldu.. adım başı o bakış.. derken banka geçtiğimiz günlerde faiz oranını %0,98 e düşürdü ve işte gene o adam.. adım başı.. "Garanti yeşili".. onunla gözgöze geldiğim kadar kimseyle göz göze gelmiyorum son günlerde..

bir de üzerine MediaCat Nisan sayısında malum kişiyi kapağa taşıdı.. kapakta olması değil canımı sıkan.. kapattaki tasarım.. MediaCat'ın açıklamasına göre durum şu; Mustafa Kemal Atatürk nasıl liderliği ile Türk Milleti'ni ayağa kaldırarak ileriye taşıdıysa, Obama'nın da aynı şeyi Amerikalılar için yaptığını vurgulayan tasarım sanatçımız, yenilikçilik ve yol göstericilik bakımından Obama'nın da Atatürk'ün yolunu izlediğini bu kapakla anlatmak istiyor.. beni rahatsız ediyor bu görüntü.. canımı sıkıyor.. iğreti oluyorum.. elimde değil..

sizi bilmiyorum ama ben bu haberleri okurken utanıp kızarıyorum..

14.04.2009

aynı amaç için bir araya gelebilmek..

değişiklikleri pek sevmem..

yıllardır biramı aynı yerlerde içer, yemeğimi aynı restaurantta yerim.. çok beğendiğim bir pantolon görürsem, iki farklı renk alırım.. istisnalar dışında kalabalıktan pek hoşlanmam.. o yüzden çok iyi tanıdığım kişiler değilse program yapmaya niyetlendiklerim, ya hiç konuşmam ya da katılmam..

geçtiğimiz hafta çalıştığım şirkette (hele şirketçe toplaşıp yapılan organizasyonları hep iki kere düşünürüm..) fotoğraf çekmeyi seven bir grup, cuma günü için izin alıp, fotoğraf çekmeye karar vermişler..

beni de davet ettiler.. gitmeye karar verdim..

sabah 07:00 de Sarıyer'de buluşup, 7 kişi kendimizi yollara vurduk.. Rumeli Feneri Köyü, Demirci Köy, Kilyos, Gümüşdere derken günün nasıl geçtiğini anlamadık.. Kilyosta balık yedik, bira içtik.. yukarıdaki resim, Gümüşdere'de yol kenarında emekli bir karı kocanın nefis eğlencesi olan bir çiçek bahçesinden..

umarım yine gideriz..

8.04.2009

twilight ve aklı karışık insanın fikir atlamaları

birönceki akşam izledik Twilight'ı.. önce kitabı mı okusaydım.. ama kör gözüme parmak şeklinde ortalıkta bir vampir filmi dönerken kitaba kadar beklemek zor olurdu heralde.. zaten sipariş vereceksin.. gelecek.. zaman bulacaksın.. iyisi mi izliyeyim gitsin.. hem ötekisinema'da okuduğum şu yazının üzerine iyiden iyiye merakımı cezbetti..

film kendi adıma bir vampir filmi olarak oldukça başarısız ancak bir aşk filmi olarak çok şık idi.. hatta James de olmasaydı vampir filmi olduğunu anlamayıp zavallı Edward'ı kronik kansızlık çeken bir  anti-kahraman olarak da tanımlayabilirdim.. neyse ki James vardı da biraz kan gördük 120 dakikalık vampir filminde.. (bizde öyle.. kan çıkmadan para yok..) madem vampirsin..

ama sonsuz aşklar, kaotik ilişkiler, iki aşık yüzünden lanetlenmiş şehirler, kader, havada kara bir bulut gibi asılı duran hüzün, kılıçtan keskin yasalar, hazin ölümler.. ve yine kader.. beni benden alır.. etkiler.. günlerce çıkamam kabuğumdan.. mesela Romeo&Juliet'i kaç kez izlediğim konusunda bir tahminde bulunabilirim ama The Crow konusunda tahminden bile acizim.. ve hatta bir kitabın içinde gezinmek mümkün olsaydı, sanırım ilk tercihim Melnibone'lu Elric le beraber Kaos'a ve kadere karşı savaşabilmek olurdu.. tabii Twilight tüm bunlarla tanımlanamasa da nefis bir aşk hikayesini canlandırmayı başarmış Bella ve Edward ile.. birbirlerinden ayrı olamayacaklarını, ayrılığın ikisine de ölüm getireceği o kadar güzel anlatılmış ki.. çok içlendim izlerken.. filmin 120 dakika olması da ayrıca bir güzel durum.. sindire sindire izledim.. normalde film bittikten sonra bir burukluk hissetmem gerekirdi ama o kadar kapanmamış konu kalmış ki.. kısa zamanda devam filmlerini bekliyoruz sabırsızlıkla..

tabii zihin bu.. film bittikten sonra bazı düşünceler kafamda döndü durdu.. vampir hikayelerine hayranlığıma rağmen rüyamda gördüğüm vampirin hiç de bu hikayelerdeki adamlara benzemeyen, gayet sokakta görebileceğimiz vatandaş tipinde olması ve üstelik ben onu farkedince bulunduğum binanın 2. katından hiç düşünmeden atlamam.. koşup koşup kaçamamam.. oysa ki liquid dream derslerime biraz daha vakit ayırabilseydim, şimdiye çoktan vampirdim ben de..

ya da eğer vampir hikayeleri Avrupa'nın karanlık ortaçağ hikayelerine hapsolmasaydı da bizim de vampir efsanelerimiz olsaydı.. acaba Marcus, Lestat, Edward gibi isimlerin yerlerini alacak isimler ne olurdu merakı..

sonra bir de Vampir Müberra.. Cenk Eroğlu..

biliyorum..

bitti..

6.04.2009

bir kurda garantili delilik

benim gibi zahmet edip üç kur birden almanıza gerek yok.. zira kendileri bir kurda en sabırlı taşı bile çatlatabilir kapasiteye sahipler..

adres uzunca bir zaman önce bahsettiğim şu ingilizce kursu..

27 kasımda kayıt yaptırdım ve "en geç iki haftaya" kadar başlayacağı söylemelerine rağmen, bu sene nasıl olduysa (çünkü diğer senelerde farklı tarihlerde oluyor, öngörememeleri gayet normal..) yılbaşı ve christmas arka arkaya denk düşüp, kursun başlama tarihini 19 ocak'a kadar erteledi..

19 ocakta sınıfım açıldı..

kayıt yaptırırken ilk sorduğumuz sorulardan biri olan "Hintli eğitmen yok değil mi?" sorusuna yanıt olarak aldığımız "kesinlikle hayır" idi ama "kesinlikle hayır"ın anlamını biz yanlış biliyor olacağız ki, eğitmenimiz sınıfa girdiğinde ve Hintli olduğunu söylediğinde gerçekten çok şaşırdık..

10 günlük itirazlar sonunda eğitmenimiz değişti..

13 martta aldığım kur sonuçlandığında eğitmenimizle konuşup 23 martı bir üst kur başlangıcı olarak kararlaştırdık..

tarihi kesinleştirmek için 13 marttan önceki hafta ve sonraki diğer haftalar kursu aradığımda aldığım yanıt ise (bazen kibarca bazen de azarlarcasına) hep bir sonraki hafta başlayacağı idi.. aynı geçtiğimiz hafta yeni kurun 06 nisanda başlayacağını söyledikleri gibi..

gelelim bugüne.. bugün 06 nisan ve ben kursumun 13 nisana ertelendiğini öğrendim..

27 kasımdan 13 nisana kadar geçen sürede üstün bir performansla ancak sekiz haftalık bir eğitim almayı başarabildim..

gelelim satır aralarına..

bunca zaman boş boş kur tarihini ertelemelerini beklemedim tabii ki..

daha kursa başalmadan önce kaydımı iptal ettirmek istedim, buna hakkım olmadığını öğrendim.. verdiğim peşin parayı çoktan harcamışlardı herhalde..

sözleşmemi görmek istedim, göstermemek için ellerinden geleni yapıp bana kopyası olduğundan bile emin olamayacağım boş bir sözleşme örneği gösterdiler.. bu sözleşmeye göre ölmediğim ya da sakat kalmadığım sürece paramı geri almam mümkün değil.. memnuniyetsizlik gibi bir hakkım yok yani..

yeni sınıf açmakta geç kalmalarının sebebini ise boş sınıfları olmamasına bağlıyorlar ama İstanbul'da yaşayan herkes, tüm metro çıkışlarında ve alışveriş merkezlerinde hatta sokaklarda English Time'ın kendini pazarlamaya devam ettiğini bilir..

ben hızlandırılmış şekilde ingilizce öğrenmek isteyen biri olarak, çalıştığım halde hafta içi 5 gün akşamları kursa gitmeyi göze almıştım.. kurları alırken konuştuğum English Time yetkilisi bayan en geç haziran gibi kursumun biteceğini söylerken bugün artık bunun mümkün olmadığını hatırlattığım English Time yetkilisi bayan ise son kuru almayıp, yazdan sonra almam önerisinde bulundu bana.. çünkü başlayacak kurumun ne zaman biteceği konusunda ne yazık ki hiç bir fikri yok.. çünkü hala kurumun 16 nisanda başlayacağı kesinleşemedi.. madem taahüt ettiğiniz tarihte kurs bitmeyecek, neden ben kendimi bu kadar yoruyorum değil mi?

oysa ki yaz için orta seviyede ingilzce öğrenmek ve yaz sonunda başka bir kursa başlama hayalim vardı..

şimdi ise sıfırın altında bir moralle, ne yapmam gerektiğini söylemelerini bekliyorum..

1.04.2009

jane birkin



sesi suyun üzerinde asılı kalan kadın..

Jane Birkin..

21 nisan'da İstanbul'da olacak..

kırmızı şarap sesli kadın..

izleyebilmek.. dinleyebilmek büyük şans olacak o gece orda olabilecekler için..

ben..

bilemiyorum..

umarım..

gidersem..

çok güzel anlatırım..