20.09.2008

kışın ilk yağmuru

kışın ilk yağmuruna günler öncesinden hazırlık yapmıştım oysa ki..

kışın ilk yağmuru ile aynı güne denk gelmiş bi sultanahmet buluşması genelde tarafımdan daha farklı karşılanan ilk yağmuru biraz farklı kıldı..
sultanahmette yemek üzeri türk kahvesi, sigara, fal masasında esti ilk sert rüzgar.. isteyip istememek konusunda kararsız kaldığım nargileleri devirdi önce, sonra başımızdaki tenteyi savurdu.. hadi kalkalım demeye kalmadan eşyalarımızı aceleyle toparlatıp hesabı ödetti bize..
tam da tramvay yolu üzerinde mehter takımıyla karşılaştık.. kırmızı giymiş uygun adım bir ahenkle sallanan, vur davula, bur bıyığı mehter takımı çok keyifliydi..
sonbahrın sonuna doğru yağan bu yağmurlar bende sanki su gökyüzündeki bütün kiri, dumanı bizim üzerimize sıvıyormuş gibi bir izlenim bırakır.. hava temizlenir, pis olan biziz.. daha rahat nefes aldığımı, havanın daha bir ince olduğunu hissederim, bir de bu havanın bana hatırlattığı başka bir şey..
eric draven'in detroit şehri.. çocukluğumdan izlemeye başladığım için sanki yaşamışım da anılarıma dahil olmuş bir hikayedir the Crow ve benim kendime ait hiç çizilmemiş ve senaryoya girmemiş anılarım vardır o şehirde o adamla.. inanmıyorsanız sorun kendisine.. onunla evliyim ben..
detroit şehrinde büyümüş biri için mehter takımının ne anlamı olabilir diye düşünenlere şunu söyliyeyim.. o şimşekler altında ve o yağmurda mehter takımının "ya allah" ve "desturrr" nidaları benim gibi kahramanlıklara inanan bir insanda zeus etkisi yarattı..
şimşekleri elimle yakalayıp başka yerlere fırlatabilirmişim gibi.. bir adım atsam bütün binalar zangır zangır sallanacakmış gibi.. ya da tramvayı beklemekten vazgeçip (!) gideceğim yere ulaşmak için kendimi haliçten bıraksam sulara denizi yüzerek geçebilecekmişim gibi..
bu yazı için mehter takımının resmi mi yoksa  the Crow'dan bir çizim mi alsam diye düşündüm kısaca ama mehter takımı hemen öne geçti.. bende bu acaip etkileri yapanların kim olduğunu görün ve siz de şaşırın diye..
diğer resim ise daha karanlık ve ıslak bir yazının süsü olacak..

12.09.2008

erkeklere göre değil

dün akşam ailecek izlediğimiz 27 Dresses başlıktan da anlaşılacağı üzere tam bir hatun filmi.. öyle her hatunun da izleyeceği cinsten değil.. yani hem boş vaktin olsun, hem filmle ilgili geyik yapabileceğin birileri olsun yanında (yalnız başına zor..), hem de abur cuburun bulunsun..

bunlar da yetmezmiş gibi akla uymazlıklar peş peşe gelsin (hayır hatun kişinin aynı gece iki düğünde birden nedime olması bile son sahnede olanlardan daha akla yatkın)..
neyse.. biz üç hatunduk, fırından yeni çıkmış kakaolu ve mısırunlu nefis bir kekimiz ve taze çayımız vardı, evet boş vaktimiz de vardı..
tamam çok da abartmayacağım.. eylencelik bir filmdi.. başrol oyuncumuz "bugün sana yarın bana" mantığıyla, şehirde evlenen herkesin danışmanı ve nedimesi olmayı bir insanlık görevi bilmiş, "o mutlu gün"ün geleceğine tüm kalbiyle inanan ama bunun için hiçbirşey yapmayan bir hanım kız.. güzeller güzeli (!) bir kız kardeşi ve böyle bir rolde harcanmış, aşkıyla yanıp tutuştuğu bir patronu var.. gün gelir güzel kız kardeş şehre döner.. Jane'in patronuyla tanışır, aşık olurlar ve evlenmeye karar verirler.. Jane'e bu düğünde büyük bir görev düşmektedir.. sırılsıklam aşık olduğu adamın ve biricik, annesiz büyüyen, zavallı kız kardeşinin düğününü organize etmek ve yine mükemmel bir nedime olmak.. filmin ilk karelerinden itibaren boy gösteren ama evliliğe inanmadığını ilk ortaya çıktığı sahneden itibaren devamlı dile getiren yakışıklı jönümüz de (James Marsden) Jane'le tam da yaklaşırken kalbini kırıverir..

bundan sonra ortaya çıkan olaylar, duygu fırtınaları, gaflet ve delalet içine düşmüş kadın ırkı, "dediğim dedik, çaldığım düdük" erkek milleti ve tüm o bir film için bile fazlaca kurgu olan olaylar bol boş vakti, aburu cuburu ve film hakkında geyik yapacak bir arkadaşı olanlar için biraz gizli kalsın.. ama şunu da söylemeden edemeyeceğim..

(bundan sonrasını filmi izlememişler ve izlemeyi düşünenler lütfen okumasın..)

son sahnedeki "beklenen" düğündeki nedimelerin hali filmin başından beri iyilik timsali, yardımsever, kan kustup kızılcık şerbeti içtim diyen kızcağızımız için biraz fazla kötüceydi.. nedimelik yaptığı 27 arkadaşına, o korkunç elbiseleri giydirip, 27sini de düğününde kürsünün yanına dizmesi çok zalimce ve akla aykırı olayların en büyüğüydü..

film için son söz

izlediyseniz üzülmeyim, çabuk unutursunuz..

izlemediyseniz, izleyecek daha iyibirşeyler mutlaka vardır..

5.09.2008

sebze günlüğü 6; bunların tadı şahane..


Sebzelerimden bahsetmeyeli uzun zaman oldu..
Tatilden döndüğümüz gün zaten ilk domates ve salatalıkları afiyetle yemiştik.. Tatilde olduğumuz hafta senenin en sıcak haftası olduğundan biz yokken hepsi alyanak olmuş.. Benim fotoğraf makinam tamirde olduğu için (dünyayı gezdi servis bahanesiyle..) fotoğraflarını çekip durumlarından bahsedemedim..

Evet durum işte bu.. Şimdi her sabah balkona çıkıp sebzelerimi sularken daha bir dik duruyor başım komşulara karşı.. Evet bu pis havalı semtte, bu güneşsiz balkonda az verimli de olsa, küçük de olsa bir bahçem oldu benim.. Kendi evimin bahçesine doğru büyük bir adım.. Domateslerin çekirdeklerini saklıyorum önümüzdeki bahara.. Umuyorum ki önümüzdeki bahar bu saksılarda domates yerine çiçek yetiştiririm.. Domateslerimi yetiştirecek küçük bir bahçem olur..

Şimdi çok geç ektiğim sivri biberlerde gözüm.. Bakalım onlar ne yapacak..

Önümüzdeki sene ise planlar daha büyük.. Bu balkonda ya da bahçemde..

  1. Kavun illaki yetiştirilecek.. (çok beyendiğim birkavunun çekirdeklerini sakladım) Tazefasulye ve patlıcan unutulmayacak..

  2. Domatesler hakkında bu sene geç edinilen bilgiler (mesela boğma tekniği) seneye profesyonelce uygulanacak..

  3. Bu hıyarları hiç beyenmedim, güzel Çengelköy hıyarı tohumu edinilecek..

  4. Umarım daha iyi bir makinayla çok daha güzel ve sık aralıklarla fotoğraf çekilecek.. hatta bir albüm bile olabilir (!) bu fikir hoşuma gitti..

  5. Gerekirse tohum ya da fide için Sarıyer köylerine doğru yolculuk edilecek..

  6. Ve son olarak.. bir bahçe ve huzurlu bir hayat için çok dua edilecek..